23 Aralık 2008 Salı

Sait Faik'in İzinde

Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı hikayesinden hareketle Alemdağ’a kadar uzandım. Bir öğle sonu.Günlerden Pazartesi.14 A ve 11 A geçiyor,kapımın önünden.Durakta çok fazla beklemeden geldi 14 A.Yirmi beş dakikalık keyifli,meraklı bir yolculuğun ardından ulaştım Alemdağ’a.Dudullu’dan da geçen otobüsümüz önce Taşdelen’e uğrar.Taşdelen belediyesi giderken soldadır.Üç katlı eski,genişçe bir binadır.Sarı boyalıdır dış cephesi.Taşdelen’den çıkıpta Alemdağ sınırları içine girdiğinizi bilemezsiniz.Birdenbire bir tabelayla karşılaşırsınız.Alemdağ Belediyesi.Belediye binası sol kolunuz üzerindedir.Belediye’nin çevresinde güzel bir park vardır.Belediye binası oldukça temiz ve bakımlıdır.Yeni bir yapıdır.Alemdağ’a yakışır.Yolumuz ilerledikçe bu sefer sağda bizi Alemdağ Kışlası karşılar.Ve tepeye doğru tırmanmaya devam eder otobüs.Yolcular sakindir. Arasıra otobüsün gürültüsü duyulur. Artık Alemdağı geçmiş, son durağa yaklaşmışızdır. Burası Nişantepe’dir. Nişantepeye az kala bir kışla daha vardır.Solda.Orman Kışlası. Tepenin üzerinde kurulu meydan otobüslerin son durağıdır. Yolculuk biter. Bende pek acıkmamama rağmen, otobüs şöferlerinin uğrak yeri olan Nişantepe Lokantasına uğradım. Kaç yılında kurulu lokanta? Sanırım çok eski değil. Sait Faik buralarda dolaşmışmıdır. Düşünmeden edemiyorum. Yediğim bir dürüm tavuk oldu. Fiyatı 5 ytl. Şöhret Dürüm’de yediğimiz o leziz dürümlerin uzağından yakınından geçemez. Kupkuru. Arasıra yediğimin bir dürüm olduğunun farkına dişime takılı kalan tavuk parçalarından anlıyorum. Yavan bir ekmeğe sarılı tavuk parçalarından. Biraz oturdum lokantada. Sait Faik gelir mi diye… Gelmedi. Kapıyı sürekli açıp kapatan, otobüs şöförleriydi.Çoğu bir bardak çayın ardından,otobüsün hareket saatinin gelmesiyle beraber kalkıyorlardı.Yollları uzundu.Buradan kalkan otobüslerin karşıda son durağı Topkapı’dır.Onların kalkmasıyla beraber bende kalktım.Durağa yeni bir 14 A gelmişti.Kalkmak üzereydi.Yetiştim.Geldiğim yollardan gerisin geriye döndüm.Dönüş yolculuğunda Nişantepe’den inerken İstanbul’un o öbek öbek tepelerini seyre daldım.Yem yeşildiler.Umarım hep yeşil kalırlar diye geçirdim içimden.Umarım!

9 Aralık 2008 Salı

Prof.Dr.A.Sinan SERTÖZ ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Bilkent Üniversitesi Matematik bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.A.Sinan SERTÖZ ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Matematiğe ilk ilgi nasıl uyandı?
Matematik, yapmaktan her zaman zevk aldığım bir konuydu. Böylesine kolay bir işin zekâyla ilişkilendirilmesine de hep şaşardım, hala da şaşarım, ama fazla itiraz etmezdim! Lisede fizik hocamız olan Emine Rıza Hanım doktora yaparken matematiği bırakıp fiziğe geçmiş bir insandı. O yüzden fizik dünyasını da matematik dünyasını da anlar, bize de hoş hikâyeler anlatırdı. Ben fizik problemlerini çözdükçe de bana tatlı tatlı kızar, bu çözümlerin fizikle ilgisi olmadığını, ancak bir matematikçinin böyle çözümler üreteceğini söylerdi. Bana ilk kez "sen matematikçi olmayı düşünmüyor musun?" diyen ve kafama bu fikri sokan da Emine Rıza hocadır. O güne kadar mimarlıktan şairliğe onca zor mesleği aklımda denemiştim. Birden bire böylesine kolay bir işle hayatımı yönlendirebileceğimi görünce inanamamış ama doğru olduğunu anlayınca da sevinmiştim.
İlk çözdüğünüz matematik problemini hatırlıyor musunuz? Çözdükten sonra nasıl bir sevinç duydunuz?
İlk çözdüğüm ve çözmekten dolayı sevindiğim problemi hatırlamıyorum elbette ama herhalde düzlem geometriyle ilgili bir problem olması gerekir. Ortaokuldayken bunları çözmenin önemli olduğunu hatırlıyorum. Lisede sentetik geometri problemleri çözmekten zevk alırdım. Bu problemleri beş dakikada çözerim diye iddiaya girer, iddiayı kazanıp cola içerdim. O zamanlar Coca Cola Türkiye'ye yeni gelmişti ve cola içmek önemli bir şeydi! Ortaokulda problem çözünce duyduğum zevk başkalarının kolay yapamadığı bir şeyi yapıyor olmanın verdiği zevkti. Ama lisede, özellikle sentetik geometri problemleriyle tanışınca başka bir tür zevkin de oluşmaya başladığını hissettim. Problemin içinde var olan bir güzelliğin ortaya çıkıyor olmasının getirdiği bir zevkti bu. Kendimi bu problemleri yaratanların dünyasına kabul edilmiş, ayrıcalıklı bir topluluğa katılmış gibi hissederdim.
Matematikçi olduğunuza pişman mısınız? Yeniden doğsaydınız yine de bu mesleği seçer miydiniz?
Matematik mesleğini seçtiğim için pişman değilim. Zeynel pastanesinin bir reklâm afişi var, şöyle yazıyor: "Hiç pişman değilim. Yine olsa, yine yerim." Benim duygularım da o yönde matematiğe karşı. :-)Genç matematikçilere önerileriniz nelerdir?Çok çalışmak gerekir. Çok çalışın. Bu işten anlamayanlar, matematiğin zekâyla yapıldığını sanırlar ve söylerler. Onlara kanarsanız batarsınız. Matematik çok çalışmayı, çok şey öğrenmeyi ve neyi ne kadar bildiğin ve bilmen gerektiği konusunda kendine karşı dürüst olmayı gerektirir. Çok, çok, çok çalışmak gerekir. Çalışırken aklınıza gelen fikirleri takip edin. Kimseye hayran olmayın. Kimseyi üstün bilmeyin. Kendini küçük görenlerle, başkalarının yaptıklarına hayran olup "biz yapamayız" diyenlerle arkadaşlık dahi kurmayın. Çok çalışın ve kendinize güvenin. Başarıya giden kolay yol yoktur.
Okul yıllarınızda matematik öğretmenlerinize karşı tutumunuz nasıldı? Onların size karşı tutumları nasıldı? Matematiği size sevdirdiler mi? Yoksa matematikten korkuttular mı?
Benim hep iyi matematik hocalarım oldu. Hepsini tek tek hatırlıyorum. İlkokuldaki ilk hocamız İsmail Bey okulda diğer hocaların matematik konusunda danıştığı bir hocaydı. Daha sonra yıllarca bize gelen Ülkü hocamız öğretmen okulundan yeni mezun olmuş idealist bir hocaydı. Bize verdiği emeği daha sonra kendi çocuklarına bile vermemiştir. Darüşafaka'da ilk yıl Diblan Hanım bize hazırlık sınıfında matematiğin İngilizce terimlerini ve disiplinini öğretti. Orta birde ise Fullbright bursuyla Türkiye'ye gelen Mr Metcalf efsanevi bir matematik hocasıydı. Hayatımda bir Diblan'dan bir de Metcalf'ten sıfır aldığım için ağlamıştım. Belki sıfır aldığım başka dersler de olmuştur ama değil ağlayacak kadar, hatırlayacak kadar bile önem vermemişim demek ki!Daha sonra bize tüm ortaokul ve lise yılları boyunca Sevim Gündüz hoca matematik öğretti. Lisedeki fizik hocamız Emine Hanımla beraber benim matematik öğrenmemde ve bu konuyu seçmemde en önemli rol onlarındır. Üniversite hocalarım ise, yine büyük bir şans eseri, hepsi harikulade insanlardı ve çoğu başarılı matematikçilerdi. Onlardan sadece matematik bilgileri değil, matematiği ve bilimi algılayış yönünden de çok şeyler öğrendim.
Okul yıllarında matematiğe çalışma sekliniz nasıldı? Gerçekten matematiğe çalışma sekli nasıl olmalı?
Matematik anlamaya bağlı bir iştir. O yüzden nasıl isterseniz öyle çalışın, yeter ki sonunda ne olduğunu anlayın. Yoksa kitap defter başında beş saat geçirdim, ben artık çalışmış oldum gibi bir yaklaşımı matematik kaldırmaz. Konu nedir, ne yapılmak isteniyor? Siz bu yapılmak isteneni yapabilir, problemleri çözebilir durumda mısınız? Ve son olarak da siz yeni problemler kurabilecek durumda mısınız? Bunlardan birine bile cevabınız tam olarak evet değilse, biraz daha çalışmanız gerekir.
Türkiye’de matematik adına iyi şeyler yapılıyor mu? Yapılması gerekenler var mı? Neler yapılabilir?
Türkiye'de matematik adına iyi şeyler yapılıyor ama sayı olarak çok azız. Amerika'da, Avrupa'da, Çin'de, Hindistan'da matematikçilerin nüfusa oranı nedir, Türkiye'de nedir? Önce bu sayıyı tutturmak gerekir. O kadar çok matematikçi olunca kalite artışı ister istemez rekabetten doğacaktır diye düşünüyorum.
Toplum olarak matematiği nasıl sevdirebiliriz? Bu konuda biz matematikçilerin dışındakilere düşen ne?
Hayatı algılamak ve yönlendirmek için bilimsel bilgi ve düşüncenin gerekliliğini anlatmalıyız. Bilimi kullanan toplumların gelişmiş ülke, kullanmayanların da gelişmekte olan ülke diye adlandırıldığını görmeliyiz. Gelişmiş ülkelerin dünyayı nasıl yönettiğini göstermeliyiz. Bilgisizliğin nasıl eninde sonunda çaresizliğe ve giderek bağımlılığa ve baş eğmeye yol açtığını göstermeliyiz.
Türkiye’de iyi matematikçiler yetişiyor mu? Toplumun gerçekten matematikçilere ihtiyacı var mı?
Türkiye'de elbette iyi matematikçiler yetişiyor. Toplumun elbette matematikçilere ihtiyacı var. Toplumların daima matematikçiye, şaire, edebiyatçıya, fizikçiye ihtiyacı vardır.
Gauss'un söylediği gibi matematik sizce de bilimlerin kraliçesi mi?
Doğayı anlamak ve onu kullanmak için ve hatta sosyal olguları anlayıp yönlendirebilmek için o olguları modellemek ve modelleri çözmek gerekir. Modellerin çözülmesi aşamasında matematik gerekir. Bu açıdan bakınca Gauss'un sözüyle Galileo'nun sözü aynı kapıya çıkar. Dolayısıyla bir üstünlük açısından değil ama bir her yerde varlığını hissettirme açısından kraliçe olduğunu düşünebiliriz.

Söyleşi:M.Alper Türedi

Kişisel web sitesi: http://www.bilkent.edu.tr/~sertoz/ali.htm

Serhan BÜYÜKKEÇECİ ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Eğlenceli Matematik kitapları yazarı Serhan BÜYÜKKEÇECİ ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Matematiğe ilk ilgi nasıl uyandı?
-Klasik bir cevap ama çok küçük yaşlarda sayılara ilgim vardı. Pek çok şeyi sayardım. Okul öncesi dönemimde basit işlemler yapmak hoşuma giderdi. Ama asıl içimdeki matematik merakı, ilkokul öğretmenim sayesinde ortaya çıktı. Derslerin çoğu matematikti. Haftada 12–15 ders arası matematik yapardık. Dersler genellikle matematik oyunları veya hesap yarışmaları olarak geçerdi. Biz de çocuk aklı ile oyun oynadığımızı zannederken meğer ders çalışıyormuşuz:) Matematikçi olmamda en büyük emek, ilkokul öğretmenim Mehmet Minnetoğlu'nundur(Kayseri 60. Yıl İlköğretim Okulu).
İlk çözdüğünüz matematik problemini hatırlıyor musunuz? Çözdükten sonra nasıl bir sevinç duydunuz?
-Matematik problemini değil ama bir zekâ oyununu hatırlıyorum. 3x3'lük bilinen bir sihirli kare sorusu idi. Bir grup öğrenci, İstanbul'a gittiğim ilk yılda(3. sınıfta idim) bana bu soruyu getirdiler. Neden bana getirdiklerini hâlâ bilmiyorum(Kayseri'den geldiğim için herhalde:). Biraz düşünmek için zaman istedim. Kendimce bir mantıkla soruyu çözdüm. Cevabı verdiğimde büyük bir hayretle karşıladılar. Onların hayreti, beni de hayrete düşürdü. Çünkü zor bir soru gibi görünmüyordu ve bana göre ortada hayret edilecek bir şey yoktu. Birkaç gün düşündüm ve zekâ oyunlarına daha fazla ilgi göstermeye başladım. Gördüm ki pek çok zekâ oyunu, matematik mantığı ile hazırlanmıştı, Bu durum benim matematik öğrenme hevesimi arttırdı. O yıllarda matematikçi olmayı kafaya koymuştum.
Matematikçi olduğunuza pişman mısınız? Yeniden doğsaydınız yinede bu mesleği seçer miydiniz?
-Değilim tabi ki. Sayılar, matematik oyunları, hesaplamalar biz matematikçilerin hayatının büyük bir kısmını kaplıyor. Şu da bir gerçek ki, sayılarla ilgilenmek zekâyı geliştiriyor. Hayatta karşılaşılan tüm problemlerden kurtuluş yolunu bulmak kolaylaşıyor. Ayrıca mesleğimizin bir ağırlığı olduğunu düşünüyorum. Girdiğimiz mekânda matematikçi olduğumuz bilinince davranışlar değişiyor:) En azından kimse bilgi ukalâlığı yapamıyor.
Genç matematikçilere önerileriniz nelerdir?
-Lütfen araştırma yapın. "Zaten bulunması gereken çok şey kalmadı" demesinler. Bence matematik adına bildiklerimiz, bilmediklerimizin binde biri bile değil. Tarihe mâl olmuş matematikçilerimize yenilerini ekleyebiliriz. Yıllarca tartışılmış bir soru vardır: "Matematik icat mıdır, keşif midir?" Matematiğin büyük bir kısmı keşif olduğuna göre keşfetmeye devam etmeliyiz.
Okul yıllarınızda (ilk, orta, lise)matematik öğretmenlerinize karsı tutumunuz nasıldı? Onların size karsı tutumları nasıldı? Matematiği size sevdirdiler mi? Yoksa matematikten soğuttular mı?
-Daha önce söylediğim gibi ilkokul öğretmenim bana matematiği sevdirdi. Ortaokulda da iyi öğretmenlerim oldu. Ancak lise son sınıfta matematik öğretmenim maalesef matematikten beni nefret ettirmek üzere idi (Öğretmenimin adını vermiyorum ama okulum Bakırköy Y.K.Beyatlı lisesi). Basit bir olaya sinirlenir, dersi bırakırdı. Dersten iyice soğumuştum. Zaten notlarım da iyi değildi. Matematik bölümünü kazandığımı duyduğunda alaycı bir dille başarılı olamayacağımı söyledi. Her şeye rağmen matematikçi olmakta inat ettim. Pişman değilim:).
Okul yıllarınızda matematiğe çalışma sekliniz nasıldı? Matematik dersine nasıl çalışmalı?
-Açıkçası evde saatlerce ders çalışmazdım. Bilinen bir tabir vardır ya: "Dersi derste öğrenmek" Tam olarak bunu uyguladım diyebilirim. Evdeki çalışmalarım, daha çok tekrar şeklinde idi. Şimdiki öğrencilere şaşırıyorum. Günde sekiz saat matematik çalışanlar var. Üniversite sınavına girerken son bir ay hariç çalışma sürem tüm dersler dâhil günde bir saati geçmedi. Son zamanlarda ise en fazla üç saat derse dayanabildim:) Bunun en fazla bir saati matematikti.
Türkiye’de matematik adına iyi şeyler yapılıyor mu? Matematiğin ülkemizde gelişmesi adına neler yapılabilir?
-Aslında iyi şeyler yapmak isteniyor. Ama çeşitli sebeplerle engelleniyor. Üniversiteler sadece bilimsel çalışmalarla ilgilenirlerse dünya çapında büyük işler yapılacak. Yıllarca dünyanın en iyi 500 (beş yüz) üniversitesi arasına hiç bir kurumumuz giremedi. Son değerlendirmede ise sanırım üçyüzlü sıralarda bir üniversitemiz yer bulabildi. Matematiğin gelişmesi için dünyada da önemli bir adım atılmalıdır. İlk ve en önemli çalışma matematik dalında "Nobel Ödülü" konması. Bilindiği gibi sadece matematik dalında Nobel verilmiyor.
Matematik Öğretmeni olarak matematiği nasıl sevdirebiliriz? Bu konuda biz matematikçilerin dışındakilere düsen ne? Bizim bu konuda katkılarımız ne olmalı?
-Matematiği sevdirmek öğretmenin elinde. Dersleri eğlenceli hâle getirebilirse öğrenciler "Eyvah Matematik dersi!" yerine "Yaşasın matematik dersi!" demeye başlarlar. Bu da ilgiyi ve sevgiyi arttırır. Her matematikçi, en az on tane ilginç matematik zekâ sorusu ve matematik oyunu bilmeli. Öğrencilerin dikkatlerinin azaldığı bir zamanda oyuna geçmeli ve dersi işkenceden çıkarmalıdır. Matematikçilerin dışındaki insanların matematiği sevmekte çok fazla bir etkileri olmaz. Hatta olumsuz etkileri olabilir: "Matematiği ben de sevmezdim zaten" "Bir öğretmenimiz vardı, bir vurdu mu duvara yapıştırırdı!" "x'i bizim zamanımızda da arıyorlardı. Hâlâ bulunamamış mı?" gibi cümleler öğrenci üzerinde olumsuz etkiler yapar.
Türkiye de iyi matematikçiler yetişiyor mu? Toplumun gerçekten matematikçilere ihtiyacı var mı?
-Biraz önce söylediğim gibi fırsat verilse çok büyük matematikçiler yetiştireceğiz. Herkes kendi işini yapmalı. Siyaseti, spora, eğitime karıştırırsak ileri yerine devamlı geri gideriz. Toplumun şimdikinin üç katı matematikçiye ihtiyacı var. Ne zaman matematikçilerin önü açılacak merak ve sabırla bekliyoruz...
Gauss'un söylediği gibi matematik sizce de bilimlerin kraliçesi mi?
-Gauss'un tanımı güzel fakat "Kralı" dese daha iyi olabilirdi:) Aslında matematikçi bir ifade ile ben de şunu söylüyorum: Tüm pozitif bilimler matematiğin altkümesidir. Hatta matematik evrensel kümedir.

Söyleşi:M.Alper Türedi

Web sitesi: http://www.paradokslar.com/

Prof.Dr.İ.Naci Cangül ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Uludağ Üniversitesi Matematik bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.İ.Naci Cangül ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Matematiğe ilk ilgi nasıl uyandı?

Özel bir olay hatırlamıyorum. Hatta lisedeyken matematikten korkardım. Sanırım üniversitedeki ikinci yılımda yavaş yavaş matematiği anlamaya başlamıştım ve ondan sonra kopamadım.

İlk çözdüğünüz matematik problemini hatırlıyor musunuz? Çözdükten sonra nasıl bir sevinç duydunuz?
Hatırlamıyorum işin doğrusu. Ama her zaman için sayı problemlerine ilgi duymuşumdur. Çocukluğumdan beri okumayı ve çözmeyi sevdim. Bu bana her zaman büyük haz verdi.

Matematikçi olduğunuza pişman mısınız? Yeniden doğsaydınız yine de bu mesleği seçer miydiniz?

Kesinlikle yine hayata gelseydim matematikçi olmayı ve hatta Uludağ Üniversitesi’nde matematikçi olmayı seçerdim. Bu sefer tek bir farkla tabii. Hiç düşünmeden. Çünkü ilk seferde çok da istediğim bir bölüm değildi Matematik. Ancak geriye baktığımda hiç de azımsanacak bir duruma getirdi beni matematik. Başka bir branşta olsaydım bu kafa yapısına ulaşabilir miydim, bundan emin değilim.

Genç matematikçilere önerileriniz nelerdir?

Matematikçi mekâna bağlı değildir. Bu matematiğin en sevdiğim yanlarından biridir. Tek ihtiyacınız sınıftaysanız bir tebeşir, değilseniz varsa bir kalem ve kâğıt parçası, o da yoksa düşünmeye aç sakin bir kafa. Matematik sadece düşünmekten ibaret olmadığından mutlaka elinize kalem-kâğıt alacaksınız sonunda ve uzun uzun işlemler yapacaksınız. Ancak bundan sonra tahminde bulunmaya ve daha da uzmanlaştıktan sonra bu tahminleri doğrulamaya başlanabilir.

Okul yıllarınızda matematik öğretmenlerinize karşı tutumunuz nasıldı? Onların size karşı tutumları nasıldı? Matematiği size sevdirdiler mi? Yoksa matematikten korkuttular mı?

Genelde vasat bir öğrenciydim. Çoğu öğretmenim korkutmadıysa da matematiği anlama konusunda pek de katkı sağlamadı sanırım. Notlarım da bunun bir göstergesi zaten. Ancak üniversitede işler değişti. Matematiğin ne olduğunu anladım. Bu aşamadan sonra da yapacak çok fazla şey yok zaten. Bir de ilkokulda iken son derslerde tüm sınıfa zihinden hesap yaptıran Mehmet Sözdemir öğretmenimi unutamam. Belki de o sayede ancak üniversitede açığa çıkabilen bir altyapı oluşmuş olmalı bende.

Okul yıllarında matematiğe çalışma sekliniz nasıldı? Gerçekten matematiğe çalışma şekli nasıl olmalı?
Derslere hazır giderek, dersleri sınıfta dinleyerek dersin hedefini anlamalı, anlayamadığı yerleri sorgulayabilmeli, dersi evde de tekrar etmeli. Ama sadece defter kitabı okuyarak değil, her ayrıntıyı irdeleyerek. Kâğıt-kalemle saatlerce işlem yapmak işin anahtarı tabii.

Türkiye’de matematik adına iyi şeyler yapılıyor mu? Yapılması gerekenler var mı? Neler yapılabilir?
O kadar zor bir soru ki bu. Aslında yapılmaya çalışılıyor. Ama ne derece yeterli, bundan herkesin şüphesi var.

Toplum olarak matematiği nasıl sevdirebiliriz? Bu konuda biz matematikçilerin dışındakilere düsen ne?
Matematiği sevdirmek için önce sevmek sonra da anlamak gerekir. Maalesef şu anda sadece işsiz kalmamak için yapılan bir iş öğretmenlik. Öncelikle bu durum düzeltilmeli. Bunun dışında matematiğin gerçekte ne olduğunu ve hayattaki yer ve önemini anlatan kitaplar yazılmalı ve herkese ulaştırılmalıdır. Bir de eğitim programlarını yeniden gözden geçirmeliyiz. Ülkemizdeki matematik eğitimi çok ağır. Kısa zamanda çok şey vermeyi amaçlıyor. Bence içerik azaltılmalı ve kavramaya yönel inmeli. Matematikçiler zaten elinden geleni yapıyor. Bence karar verme mekanizmalarında bulunan kişilerin de sadece Matematiği değil, eğitimi sahiplenmesi gerekiyor.

Türkiye’de iyi matematikçiler yetişiyor mu? Toplumun gerçekten matematikçilere ihtiyacı var mi?
Zaman zaman iş ya da devlet adamlarından olsun, gazetecilerden olsun bir çok yerde matematiğin ne kadar önemli olduğunu ve iyi matematikçilere toplumun neden ihtiyaç duyduğunu belirten yazılar okuyoruz. Sonuçta sevsin sevmesin herkesin saygı duyduğu bir bilim dalı Matematik. Bu toplumda her toplumda olduğu gibi Matematik bilen, anlayan, seven insanlara ihtiyaç var. Matematikçi olmasa da bu tür insanlar gerekiyor.


Gauss'un söylediği gibi matematik sizce de bilimlerin kraliçesi mi?

Bence Matematik hem bir bilim dalı, hem de bilimlerin ortak dili. Hiç matematik kullanmayan bir bilim dalı düşünülebilir mi? Hiç matematiksiz bir yaşam düşünülebilir mi? Gauss az bile söylemiş…

Söyleşi:M.Alper Türedi

Kişisel web sitesi: http://www20.uludag.edu.tr/~cangul/

Prof.Dr.Ali NESİN ile bir söyleşi gerçekleştirdik

Bilgi Üniversitesi Matematik bölüm başkanı Prof.Dr.Ali NESİN ile bir söyleşi gerçekleştirdik..

Matematiğe ilk ilgi nasıl uyandı?
Bilmem... Belki tek başıma ve zihinsel olarak ve kimsenin katkısı olmadanyapabileceğim bir uğraş olduğundan matematiği sevdim.
İlk çözdüğünüz matematik problemini hatırlıyor musunuz? Çözdükten sonra nasıl bir sevinç duydunuz?
Evet. Tümevarımla kanıtı öğrendim 12 yaşımdayken ve bir suru basit sonuçkanıtladım. Bir defter alıp bulduklarımı yazmıştım. Kendime güvenimgelmişti. Kendimi güçlü hissetmiştim.
Matematikçi olduğunuza pişman mısınız? Yeniden doğsaydınız yine de bu mesleği seçer miydiniz?
Hiç pişman değilim, tam tersine. İki defa değil, elli defa dünyaya gelsemhep matematikçi olurdum.
Genç matematikçilere önerileriniz nelerdir?
Çalışın!
Okul yıllarınızda (ilk, orta, lise)matematik öğretmenlerinize karşı tutumunuz nasıldı? Onların size karşı tutumları nasıldı? Matematiği size sevdirdiler mi? Yoksa matematikten korkuttular mı?
Öğretmenlerim iyiydi. Ortaokulda yaramaz bir öğrenci olduğum için çoksevmezlerdi belki. Lisede arkadaşım gibiydiler. Hepsinden daha iyi olduğumubiliyordum ama ukalalık yapmadım. Bilgi ve deneyimlerinden yararlandım.
Okul yıllarında matematiğe çalışma şekliniz nasıldı? Gerçekten matematiğe çalışma şekli nasıl olmalı?Masa başında saatler geçirerek çalışılır matematik.Türkiye’de matematik adına iyi şeyler yapılıyor mu? Yapılması gerekenler var mı? Neler yapılabilir?
Çok geri kalmışız. Her konuda ve elbette matematikte de. Eskisine göre hepdaha iyiyiz ama arayı kapatmaya yeterli değil. Daha özgür bir eğitim gerekirmatematik için. Bizim lise eğitimimiz her turlu yeteneği ve yaratıcılığıoldurur, gençleri tek bir kalıba sokar, düşündürmekten çok beyin yıkamayla çocuklar eğitilir.
Toplum olarak matematiği nasıl sevdirebiliriz? Bu konuda biz matematikçilerin dışındakilere düşen ne? Sevdirmeli miyiz? Bizim bu konuda katkılarımız ne olmalı?
MD'yi (www.matematikdunyasi.org) okuyun ve okutun...
Türkiye’de iyi matematikçiler yetişiyor mu? Toplumun gerçekten matematikçilere ihtiyacı var mı?
Türkiye’de iyi matematikçi nadiren yetişiyor. Toplumun da iyi matematikçiyeihtiyacı yok. Böyle bir ihtiyaç varsa da bilincinde değiliz.
Gauss'un söylediği gibi matematik sizce de bilimlerin kraliçesi mi?
Bu bir metafordur. Elbette öyledir.

Söyleşi:M.Alper Türedi

Kişisel web sitesi: http://www.alinesin.org/

Pazartesi Yazıları

İlk Yazı
Bundan sonraki her pazartesi nasip olursa,uzun birde aradan sonra yazılarıma başlıyorum.İlk pazartesi yazımı bundan yıllar önce Karaman'da kaleme almıştım.O günden bu yana düzenli yazmadım.Geçenlerde küçük bir hesap yaptım.Aradan 6 yıl geçmiş.Dile kolay.O günden bu yana her hafta yazsaymışım,6 çarpı 52 den 312 gün yapıyor.Her hafta en az yarım sayfa yazmış olsaydım,bu sefer 312 bölü 2'den 156 sayfa yapacaktı ki,bu da bir kitap hacmi yazı demekti.Geçmiş geçti artık!Geçmişi geri getiremeyeceğimize göre artık ileriye bakmalıyım.Bundan sonra hiçbir pazartesiyi atlamamalıyım.Bir dönem yazdıklarımı yakmadım değil.Bu yazdıklarım ilk yazdığım tarihten 2004 yılı kışına rastlar.Hatırlayabildiğim kadarıyla dışı mavi kaplı bir ajandadaydı ilkler.Salonda kurulu sobamızda yakmıştım.Ortaköy'de.Şimdi bin pişmanım.Ara sırada şöyle avutmuyor değilim kendimi.Büyük yazarlar ilk yazdıklarını genelde yakmışlar.Gün yüzüne çıkarmamışlar.Bir kaç yazarda biliyorum,çıkan ilk kitaplarını kabul etmiyorlar.O zamanki yazdıklarını yok sayıyorlar.Biraz tuhaf bir durum ama,gerçek böyle.Bende biraz bilerek birazda bilmeden yaktım yazdıklarımı.Isınma amaçlı değildi elbette yakmamın sebebi.Tuhaf bir duyguydu,biraz birilerine kızışın sonucuydu.Şimdiki aklım olsa yakmaz,onları güzelce muhafaza ederdim.Üzerine güzel kokular bile sürerdim belki!Ama kesinlikle yakmazdım,bundan eminim.Yine yakın bir tarihte yazmış olduğum (5 Eylül) ve burada da yayınlamış olduğum yazımı kaybettim.5 Eylül tarihinin benim için önemli bir tarih oluşundan bahsetmiştim.Ne için önemli bir tarih olduğuna müsaadenizle tekrar değinmek isterim.Hayatımda bir ilki gerçekleştirmiş,otuzuma yaklaştığım şu günlerde ilk kez uçak ile yolculuk yapmıştım.Konya-İstanbul arası yolculuğum Atatürk hava limanına inipte,ayaklarımının yere basışına kadar 1,5 saat sürdü.Otobüsle bu yolculuk 10 saati buluyordu.Uçak havalanır havalanmaz aşağıda Akşehir,Eber gölleri görüldü.Rotayı biraz sağa kırıp biraz daha yükselip hızımızı da alınca bir baktım ki Bursa üzerindeyiz.Armutluda kaldığımız oteli bu sefer birde üstten görme şansım oldu.İnanamadım!Bu kadar kısa sürede burada nasıl olduğumuzu hiç anlamadım.Derken oradan da karşıya Yeşilköy'e geçtik ve yolculuğumuz sonlanmış oldu böylece.Güzel ve zahmetsiz bir yolculuk olmuştu benim için.İlk kez uçağa binmiş,havaalanına çok erken bir saatte ulaşmış.Bundan dolayıda cam kenarında yerimi almış ve yolculuk esnasında-sabahın erken saatleri olmasına rağmen- hiç gözümü kırpmadan tabiatı seyrederek doyumsuz bir keyif almıştım yaptığım bu ilk uçak yolculuğundan.Yanlız Yeşilköy'den Ümraniye’ye gitmek için değiştirdiğim dört vasıta sonrasında eve Cuma vakti anca ulaşabildim.Yani tam 2,5 saat sonra.. Bu yolculuğu anlatmamın sebebi;bir ilki gerçekleştirdiğim bu yıl içinde uçağa yarın bir kez daha binecek olmam.Bu sefer yolculuğum doğuya.İstanbul-Diyarbakır arası uçacağız.Dönüş aynı günün akşamı veya bir gün sarkabilir.Geçen yazın gitmek için bir fırsat çıkmıştı Diyarbakır'a.Gidemedim.Nasipse bu sefer göreceğim.Gezeceğim Diyarbakır sokaklarında.Geniş surlarının üzerine çıkıp bağıracağım.Ulu Cami'de bir vakit namazı eda edeceğim belkide.Bir arkadaşın görmemi salık verdiği Cahit Sıtkı Tarancı'nın müze evini ziyaret edeceğim.Gazi Köşküne uğrayıp bir çiğköfteye banamısın demeyeceğim,yerel türkücüler eşliğinde.Gezmek için ideal zaman diliminin ilkbahar olduğunu söylüyor arkadaşım.Olsun ben sonbaharda gideceğim.Ne fark eder?Diyarbakır'ı bana sevdiren Yaşar Kemal olmuştur.Yıllar evvel Konya İl Halk kütüphanesinde okumuş olduğum Diyarbakır’ı da anlatan kitabında,ilgili bölüme şöyle başlar Yaşar Kemal.''İki Diyarbakır vardır.Biri sur içinde diğeri dışında''.Yazısının devamında Sur içindeki yoksulluktan,çaresizliklerden dem vurur.Sur dışı o günlerde yeni yeni gelişmektedir.Yıl 1950'lerdir.Şimdiki Diyarbakır,o günkünden çok farklı olmalı.Bu farkı anlayabilecek yaşta değilim ama tekrar okursam Yaşar Kemal'in yazdıklarını aradaki farkı görebilirim belki.Kim bilir...